Taha Abdurrahman: Gazze’deki mücahitler, savaşçı dervişlerdir

Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi ile İslam Düşünce Enstitüsü (İDE) tarafından Millet Kütüphanesi’nin Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen konferansa, İDE ve Uluslararası İslam Düşünce Vakfı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Sefer Turan ile davetliler katıldı.

Abdurrahman, konferansta yaptığı konuşmada, “mutlak kötülüğü” siyasi olarak ele aldığını belirterek, Filistinli insanların uzak-yakın herkes tarafından bir ihanete maruz kaldığını söyledi.

Sunumda ele alacağı “mutlak kötülük” kavramının dünyanın önde gelen filozoflarından Immanuel Kant’ın “radikal kötülük” ve Hannah Arendt’in de “sıradan kötülük” kavramlarından daha güçlü olduğuna dikkati çeken Abdurrahman, “Her ne kadar iki filozof da meseleye seküler açıdan yaklaşmış gibi gözükse dahi kötülüğün özünde dini bakış açısı ve dini temel yatmaktadır. Ben burada bir karşılaştırma içerisine girecek değilim. Bana göre mutlak kötülük yani köklü hale gelmiş radikal kötülükten de daha kötüdür.” dedi.

Mutlak kötülüğün ifade edilebilmesi için değerlere dayalı yüce bir akla ihtiyaç olduğunu aktaran Abdurrahman, dinin tarif ettiği “kemal” kavramına müracaat etmek suretiyle bunun kavranabileceğini vurguladı.

İsrail’in Filistin ve Gazze’de gerçekleştirdiği saldırılara direnen ve karargahlarda nöbet tutanların “murabıt (savaşçı derviş)” olarak tanımlandığını ifade eden Abdurrahman, şöyle devam etti:

“Onlar dünya çapında bir mücadelecidir. Orada bir Filistinliye zarar verilmesi, incitilmesi dünyaya acı vermektedir. Bir modelden bahsediyorsak ilahi modelden başka bir modelden bahsedemeyiz. Dolayısıyla Gazzeli murabıt aslında bir modeldir. Onun için Filistinli, Gazzeli insan bir dünya insanıdır. Aslında bunlar bütün insanlar arasında seçilmişlerdir. Tüm insanlık adına iki görevi üstlenmek üzere bunlar seçilmişlerdir. Birincisi ‘insanlık değerlerini yenilemek’, ikincisi ise ‘dünyada insanları özgürleştirmek.’ İşte Gazzelilerin görevi de budur.

Filistinli murabıtın görevi herhangi bir insanın görevine benzemez. Filistin toprakları içerisinde kutsallığın argümanları bir araya gelmiştir. Filistin, mutlak değerden, kemalden ve kemalin değerlerinin tecelli ettiği bir topraktır. Filistinli murabıtın yaşadığı dönem bir başka insanın yaşadığı dönemden farklıdır.

Çünkü Filistin’in hafızası içerisinde manevi güç ve eserler vardır. Çünkü manevi eser olmazsa değer olmaz, değer olmazsa kemal olmaz. Ne olursa olsun Filistinli hangi sıkıntılılarla hangi belalarla boğuşursa boğuşsun en nihayetinde bugün Gazzeli insan kamildir.

Filistinli bir murabıta ya da Gazzeli modeline insanlığın değerlerini yenileme görevi verildiyse, kutsallığı ortaya çıkarma gücüne sahip olduğu içindir. Ve varlığıyla bunu yapabilme gücüne sahiptir. O var olduğu için değil. Çünkü kutsallığı koruyabilme gücü Filistinliye bütün dünyada yaşayabilir, dirençli olabilir özelliği katmaktadır. Allah’a yakınlaşmasının sırrı ilahi aşktır, ilahi sevgidir. Ne olursa olsun bu böyledir. ”

Gazzeli murabıtların etki etme ve kutsallığı koruma gücüne sahip olduğuna dikkati çeken Abdurrahman, yerinde olmak istediği Filistinli murabıtların, Allah’ın yanındaki makamlarının her zaman yükseldiğini kaydetti.

Filistinli murabıtların şehadet sözleşmesine olan bağlılıklarını anlatan Abdurrahman, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu tefekkür onu bir başkasına ulaşamayacağı makamlara, derecelere yüceltmektedir. Şüphesiz Filistinlilerin direnişi bir değerdir ve Filistin’in yenilediği bir değerdir. Ve böylelikle düşmanına karşı zaferi elde edene kadar da devam edecektir. Ve bu misaka (sözleşmeye) bağlılığıyla tamamıyla direniş değerini sağlamıştır.

Dolayısıyla Filistinliler bugün insanlığın özgürleştirilmesi bayrağını sallamaktadırlar, tutmaktadırlar. İşte bu da Filistinlinin küresel olduğunu, dünya insanı olduğunu göstermektedir. Bir Filistinli bir zarara, bir incitmeye, bir saldırıya maruz kalmaktadır. Aslında dünya saldırıya maruz kalmaktadır. Ben bunun maddi yönünden bahsetmeyeceğim. Ancak burada verilen zarar bunun da ötesinde. Biz bunlara ‘toplu soykırım’ demiyoruz ‘köklü soykırım’ diyoruz.

Buradaki tamamıyla köklü bir soykırım, değerler soykırımı, insanlık soykırımı gerçekleştirmek istenmektedir. Peki bizler bu kötülüğe nasıl karşı koyabiliriz, nasıl engelleyebiliriz? İşte biz buna büyük karşı koyma diyoruz. Yani mutlak kötülüğe karşı büyük karşı koyma diyoruz. Yani bugün Filistin direnişi evet bir modeldir. Ama bu direniş bir başkasının isteğiyle değil Cenab-ı Allah’ın iradesiyle gerçekleşen bir durumdur. Tabii artık akıllar o kadar küçüldü ki hakikati ve hakikatin işlerini göremez hale geldi, ağma oldu.”